Haber

18.03.2021 10:28:58

Çanakkale Zaferi’nin 106. yilinda sehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle ve minnetle aniyoruz… Ruhlari sâd olsun!

Çanakkale Sehitlerine

 Mehmet Akif Ersoy

Su Bogaz Harbi nedir? Var mi dünyâda esi?
En kesîf ordularin yükleniyor dördü besi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarilmis ufacik bir karaya.
Ne hayâsizca tehassüd ki ufuklar kapali!
Nerde -gösterdigi vahsetle “Bu: Bir Avrupali!”
Dedirir- yirtici, his yoksulu, sirtlan kümesi,
Varsa gelmis, açilip mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-i beser,
Kayniyor kum gibi, tûfan gibi, mahser mahser.
Yedi iklîmi cihânin duruyor karsina da,
Ostralya’yla berâber bakiyorsun: Kanada!
Çehreler baska, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahsetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asir yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkiyle sefîl,
Kustu Mehmedçigin aylarca durup karsisina;
Döktü karnindaki esrâri hayâsizcasina.
Maske yirtilmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhis ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçaliyor âfâki;
Beriden zelzeleler kaldiriyor a’mâki;
Bomba simsekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor gögsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altinda cehennem gibi binlerce lagam ;
Atilan her Iagamin yaktigi: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhis tipidir: Savrulur enkâz-i beser…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Bosanir sirtlara, vâdîlere, sagnak sagnak.
Saçiyor zirha bürünmüs de o nâmerd eller
Yildirim yaylimi tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangini, durmus da açik sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayisiz tayyâre .
Top tüfekten daha sik, gülle yagan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmindan;
Alinir kal’a mi gögsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâsâ, edecek kahrina râm?
Çünkü te’sîs-i Ilâhî o metîn istihkâm.

Sarilir, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beserin azmini tevkîf edemez sun’-i beser ;
Bu gögüslerse Hudâ’nin ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çignetme” dedi.
Âsim’in nesli… diyordum ya… nesilmis gerçek:
Iste çignetmedi nâmûsunu, çignetmeyecek.

Sühedâ gövdesi, bir baksana, daglar, taslar…
O, rükû olmasa, dünyâda egilmez baslar,
Yaralanmis temiz alnindan, uzanmis yatiyor;
Bir hilâl ugruna, yâ Rab, ne günesler batiyor!
Ey, bu topraklar için topraga düsmüs, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alni deger.
Ne büyüksün ki kanin kurtariyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanlari ancak, bu kadar sanli idi…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsin?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sigmazsin.
Herc ü merc ettigin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, tasindir” diyerek Kâ’be’yi diksem basina;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem tasina;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açik türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yi uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altinda, bürünmüs kanina,
Uzanirken, gece mehtâbi getirsem yanina,
Türbedârin gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen magribi, aksamlari sarsam yarana…
Yine bir sey yapabildim diyemem hâtirana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kirarak savletini,
Sarkin en sevgili sultâni Salâhaddîn’i,
Kiliç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, Islâm’i kusatmis, boguyorken hüsran,
O demir çemberi gögsünde kirip parçaladin;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmi adin;
Sen ki, a’sâra gömülsen tasacaksin… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey sehîd oglu sehîd, isteme benden makber,
Sana âgûsunu açmis duruyor Peygamber.



Bilgi

Okunma Sayısı: 2071
Eklenme Tarihi: 18.03.2021 10:28:58
Güncelleme Tarihi: 18.03.2021 11:49:07

Paylaş