Türkiye’nin geleceğinde dinin yeri tartışıldı

 

İlahiyatçılar, son yıllarda kendine Müslüman diyen grupların oluk oluk kan akıtması ve İslam hakkında yanlış algılara yol açması üzerine bir araya gelerek İslam konusunu masaya yatırdı. İlahiyatçılar,  İslam coğrafyasındaki bu olumsuzluğun ve boşluğun aklın ve doğru bilginin değerlendirilmesi halinde yeni bir medeniyetin doğabileceği görüşünde.

 

Uludağ Üniversitesi’nin, Türkiye Ekonomik Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (TESAM) ile ortaklaşa düzenlediği “Türkiye Nereye?” sorusuna cevabın arandığı 2. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mefail Hızlı’nın yönettiği “Türkiye’nin geleceğinde dinin yeri”nin tartışıldığı oturuma,  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Hasan Onat, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Toker ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Genel Türk Tarihi Bölümü’nden Prof. Dr. İlyas Topsakal konuşmacı olarak katıldı.

Oturum Başkanı Prof.Dr. Hızlı, İslam medeniyetinde ve Türkiye’de dinin yeri ve değeri konusunda genel bir giriş yaptıktan sonra sözü ilk konuşmacı Prof.Dr. Hasan Onat’a verdi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Onat, son yıllarda Müslümanların birbirini öldürüp oluk oluk kan akıttığını, ölenin de öldürenin de ‘Allahüekber’ dediğini, ancak bunların ellerine silahın kimler tarafından verildiğinin sorgulanmadığını söyledi.

“AKLI ETKİN KILMALIYIZ”

İslam coğrafyasında  Türkiye’nin dışında sağlıklı bir devlet geleneği olmadığını, yine Türkiye dışında sömürge olmayan fazla yer bulunmadığına işaret eden Prof. Dr. Onat, “Bir milyar 600 milyon müslümanın kaderi Türkiye’nin kaderidir. Batının meydan okumasına karşın cevap üretebilecek olan da biziz. Gerekli beslenme kaynaklarımız son derece güçlü. Kuran’da diyor ki ‘yeryüzündeki canlıların en kötüsü aklını kullanmayanlardır. Aklını kullanmayanların üstüne pislik yağar, debelenip dururlar’. Aklı etkin kullanmak, proaktif kullanmak İslam’ın emridir. Namazdan oruçtan önce farz olan aklı kullanmaktır. Böyle bir laf ettiğiniz zaman kimin aklı diye soruyorlar. Kimsenin değil, kendi aklın. Peygamberimiz, ‘aklı olmayanın dini olmaz’ derken kimin aklı demiyordu. Her insan biricik, özgür bir varlık. Akıl devredışı kalırsa her şey çöker. İslam coğrafyasının çöküşünün altında gerçekten de aklın ihmali var. Eğer medeniyet iddiasında olacaksanız sizin atmanız gereken ilk adım Kuran’ı akılla anlamaktır. Kim ne derse desin bunun ötesi yok. Gerçekten aklı etkin kılabilirsek, aklı kullanmanın farz olduğunu kavrarsak, arkasından 14 asırlık süreçte Müslümanların ürettiği birikimi eleştiri süzgecinden geçirmeye cesaret edersek o zaman neyin doğru neyin yanlış olduğunu görürüz. Mazinin ağırlıklarının hamalı olmamayız. Bugün muazzam bir bilgi var insanlığın elinde, bunu görmezden gelemeyez, ona açık olmalıyız. Yeni bir medeniyetin mimarları olma şansını bize bahşedebilir”  diye konuştu.

YENİ BİR MEDENİYETİN ŞARTLARI

Onat, İslam coğrafyasının  yeni bir medeniyet yaratacak güce, potansiyele kafaya sahip olduğunu, ancak şu anda Müslümanların kafasının yediden yetmişe siyasete kilitlendiğini savunarak şöyle konuştu:

“Yeni bir medeniyet ten söz edeceksek beşiği bu topraklardır. Ama bunu yapabilmek için küçük meselelerle uğraşmaktan vazgeçmemiz lazım. Bir yandan siyasetiçilere kızıyoruz, bir yandan içimiz dışımız siyaset. Yani ben siyasetçilere minnet duymak zorunda değilim. Bana hizmet ettikleri kadar, benim ülkemi geliştirebildikleri kadar, özgürlük alanlarını açabildikleri kadar, hukuku üstün kılabildikleri kadar değerli olabilirler. Yaptıkları işlere ben minnet duymak zorunda değilim ki. Ama o hale geldik ki kafamızda siyasetten başka bir şey yok. Bunun da arkasında yatan ezilmişlik psikolojisidir. Ezilen insanlar ezmek için her yolu denerler. Ezildiyseniz ezmemek gerektiğini anlamak gerekiyor. Adalet budur işte… Onun için Kuran diyor ki, ‘bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevketmesin’.

Prof. Dr. Hasan Onat, İslam coğrafyasında yeni bir medeniyetin koşulları hakkında da şunları söyledi:

“Medeniyetten söz edebilmek için toplumda bir boşluk olması ve bu boşluğu dolduracak evrensel nitelik taşıyan farklı bir bakış açısı getirebilmek gerek. Bir de yaratıcı eylem gerek. Bu yaratıcı eylem son derece önemli ve şu anda İslam coğrafyası içerisinde bu Batı uygarlığının geldiği nokta…İslam coğrafyasının krizi bizi iki noktada zorluyor. İslam şu an mevcut anlaşılma biçimiyle yetiyor mu? Yetmiyor. Bunda samimi isek o zaman çıkış yolu da aramak zorundayız. Farklı arayışın kökünde eleştirel düşünce vardır. Şu anda Türkiye bağlamında bakın aklı ön plana çıkarmaya çalışanlar bizim gibi münferit insanlar. örgütlü bir yapı yok. Ben bunlara çoban ateşi diyorum. Umarım orda burda yanan bu çoban ateşleri bir araya gelsin de kuruluşlar bu çoban ateşini birleştirsin. Medeniyetin oluşabilmesi için üçüncü basamakta ise, evrensel ölçekte değer üretilmesi gerek . Bunun da yolu nedir? Beşeri yaratıcılığın zirvesinde iki şey vardır. Bu medeniyetin de omurgasını oluşturur: En üst seviyede bilim, onun yanında sanat. Bilim ve sanat alanında eğer evrensel ölçekte var olursanız bu yeni bir medeniyetin de altyapısını oluşturacaktır. Dahası görünürlüğünü açığa çıkartacaktır.”

“FARKLILIKLARIMIZ ZENGİNLİĞİMİZ”

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, insanlık tarihinde meydana gelen çatışmaların temelinde din değil, daha çok askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlar olduğuna işaret ederek, “Müslümanların arasında her türlü çatışmayı ortadan kaldıracak azami müşterekleri vardır.  Müslümanlar arasında bizim farklılığımız usulde değil yorumdadır. Farklılıklarımız zenginliklerimiz olarak görülmelidir. Bu sebepten, farklı mezhep yorumları arasında ittifak noktalarını arttırmalıyız. Bu konuda siyaset, ilim, fikir ve kanaat önderlerine tarihi sorumluluklar düşmektedir” dedi.

“BATIYLA 200 YILLIK AÇIĞI KAPATABİLİRİZ”

Bugün Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasında 200 yıllık bir açık bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Altıntaş,  “Batı medeniyeti insanı ve ahlaki alanda büyük bir düşüşü göstermektedir. Bizim medeniyetimizin değerleri hala ayaktadır, canlıdır. Biz bunlara hayatiyet noktası verirsek 200 yıllık açığı çok kısa zamanda kapatacağız. Başta bu topraklarda yaşayan insanlara büyük görevler düşüyor. Biz bu topraklarda düştüysek yine bu topraklardan ayağa kalkmasını bileceğiz” diye konuştu.

“CEMAATLERE KONTROL GEREK”

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Toker,  İlahiyat ve cemaat arasında Türkiye’de din sorununu ele aldı. Bugün din alanında iki şeyin ön plana çıktığını dile getiren Prof. Dr. Toker bu konuda şöyle konuştu:

“Bugün cemaatçilik, tarikatçılık büyük güç kazanmış, görüntüde böyle. Buna makabil ilahiyat kültürü pasifleşmiş, edinginleşmiş durumda. İlahiyatın birtakım açmazları var. Günümüzde ayakbağı olacak birtakım şeyleri var… Resmiyetle aşırı özdeşleşmiş olması. Devletin resmi politikalarıyla arada mesafe bırakmaya özen gösterilmediği için ilahiyatta büyük bir yabancılaşma var. İlahiyat kendini yeniden gözden geçirip yeniden organize olmalı. Şu anda 15 Temmuz sonrası halet-i ruhiyeyi yaşıyoruz. Durumdan vazife çıkartıp öteki cemaatleri de yok edip onların da üstünden geçelim mi? Cemaatler Türkiye’nin sosyal bir realitesidir. Cemaatleri kontrolsüz bırakmak, ne yaparlarsa yapsınlar şeklinde onların önünü açmak da bir o kadar tehlikelidir. Devlet aklının, cemaatler konusunda behemahal güvenilir bir şekilde denge oluşturması gerekir.”

RUS İSLAMI DEVREDE

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Genel Türk Tarihi Bölümü’nden Prof. Dr. İlyas Topsakal da, Rusya’da geçmişte  ve günümüzde uygulanan din politikaları hakkında bilgiler verdi. 

Tarihte İslama karşı hoşgörülü olmuş Rusya’nın, demografik çalışmalarda 2030 yılında Hıristiyan ve İslam nüfusunun eşitleneceğini öngördüğünü ve buna göre politikalar oluşturduğunu anlatan Prof. Dr. Topsakal, “Rusya’da 28 özerk bölgede bulunan Müslümanlar, dış etkilere açık Müslümanlardır. Bu konuda Rusya büyük bir açmaz içindedir. Sovyet döneminde Rusya’da 1943 yılında din serbest kaldı ve iki tane medrese açık bırakıldı. Biri Arap Medresesi, biri İsmail Buhari Medresesi. Bu medreselerdeki imamlar komünist Müslüman devletlerden ithal edilmiştir. Bunların da hepsi politik selefidir. Dolayısıyla Kafkasya ve özellikle Tacikistanve Özbekistan’ın neden selefiliğe açık olduğunun cevabı o medreselerde yatmaktadır” dedi.

Rusya’nın 2011 yılında cemaat ve tarikatları yasakladığını, ancak onlardan siyasal olarak kurtulamadığını dile getiren Topsakal,  “Rusya şimdi kendi içindeki Müslümanların dış etkiye açık olması gerçeğinden hareketle  yeni bir şey geliştiriyor: ‘Rusky İslam’… Bundan sonra tüm özerk bölgelerdeki Müslümanlara Rusça din eğitimi verilecek, camilerde bile Rusça hutbe okunacak” dedi. (Haber: UÜ Rektörlük Basın Bürosu)

 

Sosyal-Paylaşım

Anasayfaya Dön Son Haberler Haber Arşiv

Haber Tarihi : [03-Kas-2017]

Haber Görüntüleme : 3.516 - 0